Bugün sana, başarıyı inşa etmen için çok faydalı olacak bir konudan, ayna nöronlardan bahsedeceğim. Üstelik bu, sende zaten var olan bir özellik, sadece doğru kullanmayı öğrenmen yeterli olacak. Ayna nöronlar sayesinde daha önce yapamadığın şeyleri yapabilmenin ve gerçek potansiyelini ortaya çıkarmanın yolunu öğrenmiş olacaksın.
Roger Bannister ismini daha önce duydun mu bilmiyorum, o yüzden sana hikâyesinden kısaca bahsedeyim. Roger, 1954 yılında Oxford Üniversitesi’nin geleneksel yarışmalarında bir mil (1609 m) mesafeyi 4 dakikanın altında koşan ilk sporcu olarak tarihe geçti. Eğer Roger Bannister ismini ilk kez duyuyorsan, “Ne önemi var?” diye düşünmüş olabilirsin. Ancak aslında bu çok önemli bir sonuç. Çünkü o güne kadar hiç kimse bir mil mesafeyi 4 dakikanın altında koşamamıştı. Bu konudaki olumsuz inanç (bu mesafe 4 dakikadan kısa sürede koşulamaz) öylesine yayılmıştı ki tıp fakültesinde yıllarca eğitim görmüş doktorlar buna kılıf bulmaya uğraşıyordu! “İskelet yapımız müsait değil, oksijen sirkülasyonu, kan basıncı değerleri…” Gibi çok bilimsel görünen ifadelerle bunun neden yapılamayacağını açıklamaya çalışıyordu.

Tabi genele hakim olan böyle bir inanç, bunu yapabilecek birçok sporcu için daha baştan bir kabullenişe dönüşüyordu. Ancak Roger Bannister, okulunun düzenlediği yarışmaya adını yazdırdıktan sonra bir karar verdi, bu inancı yıkacaktı. Yarışmaya kadar o da diğer sporcular gibi her gün antrenman yaptı. Bununla birlikte Roger’ın antrenmanları, diğerleri gibi sadece bedensel değildi. O, aynı zamanda zihinsel bir antrenman yapıyordu. Yani yarış anını imajine ediyor, görselleştiriyor, bir nevi meditasyon yapıyordu. Her gün bedensel antrenmanının haricinde sakin bir şekilde oturuyor ve bu zihinsel aktiviteyi gerçekleştiriyordu. Forması ve spor ayakkabılarını giymiş olarak yarış pistine geliyor ve start uyarısı ile birlikte koşmaya başlıyor, zemini hissediyordu. Koşuyor koşuyor, bütün gücünü ortaya koyup, tam bitiş çizgisine geldiğinde tabelaya bakıyor ve orada 3:59’u görüyor, tarihi değiştiren adam olduğu için hem heyecan hem de gurur duyuyordu.

Nitekim zihninde ne kurduysa, yarışların düzenlendiği 6 Mayıs 1954 günü aynen gerçekleşti ve Roger Bannister, bir mil mesafeyi 4 dakikanın altında koşan ilk sporcu olarak tarihe geçti. O, bitiş çizgisine adımını attığında, tabelada 3:59.4 yazıyordu. Sonra ne mi oldu? Çok kısa süre içinde yüzlerce sporcu aynı, hatta daha iyi dereceleri yaptı. Neden? Çünkü;
- “Yapılamaz” olarak kodlanan bir inancın yanlışlığı ortaya çıkmıştı.
- Birçok sporcu, bilerek ya da bilmeyerek ayna nöronlarını aktive etmiş ve Roger’ı kopyalamıştı.
Peki nedir bu ayna nöronlar? Hadi bir bakalım. Basitçe söylemek gerekirse, beynimizin bazı motor süreçleri (otomatik davranışlar) depoladığı alanlardaki nöronlardır. Yani ayna nöronlar sayesinde, herhangi bir konuda deneyim sahibi olmasak bile o süreç her ne ise onu tekrarlayabiliyoruz. Bu hücreler, basit bir hareket gözlemlenirken bile uyarılabiliyor. Bildiğim kadarıyla ilk olarak Profesör Giacomo Rizzolatti ve Parma Üniversitesi’ndeki ekibi tarafından tespit edilen bu nöronlar, bir gözlem yaptıktan sonra o anıların beyinde depolanmasını sağlıyor. İşte bu sayede, herhangi bir olayı yaşamış yahut hayal kurmuş olsan ya da onu bir başkası yaparken izlemiş olsan yine de fark etmiyor. İşin bu kısmı, biraz beynimizin genel çalışma prensibiyle de ilgili. Eğitim ve seminerlerimde hep şöyle derim; “İnsanlık tarihinin en önemli bilgilerinden biri şudur: Beynimiz hayal ile gerçeği ayırt edemiyor. Yeter ki o olayı kayıt etmek için geçerli bir sebep olsun.”
İşte ayna nöronlar, beynimizin bu özelliğinin etkin bir şekilde çalışmasını sağlıyor. Roger Bannister, bilerek ya da bilmeyerek beyninin ve ayna nöronlarının bu eşsiz özelliğinden faydalanmıştı. Bu yolla, zihninde defalarca görselleştirdiği bir olayı, yarışma günü sadece tekrar etmişti. Yani Roger koşarken, zihni sanki o koşuyu daha önce yüzlerce kez yaptığını düşünmüş ve o anıları aktif edip motor süreçleri (otomatik davranışlar) devreye sokmuştu. Bu sayede Bannister, daha önce hiç kimsenin yapamadığı ve insanların “İmkânsız” diye düşündüğü bir şeyi başarabilmişti.
Denis Waitley, kazanmak ve kazanma kültürü denilince akla ilk gelen isimlerdendir. Waitley, Uluslararası Konuşmacılar Onur Listesi üyelerindendir, ayrıca çok satan birçok kitabın yazarı ve şampiyon sporcuların koçu olarak bilinir. Olimpiyat Oyunları’na hazırlanan sporcular ile çalışırken, o da aynı yöntemi kullanmıştı. Waitley, sporculardan müsabaka öncesinde performanslarını gözlerinde canlandırmalarını ve zihinsel olarak onlara öğrettiği şekilde tekrarlamalarını istemişti. Aynı zamanda bunu bir araştırma konusu yapmış ve sporcular biyolojik geri bildirim makinelerine bağlanmıştı. Sonuçlar çok ciddi seviyedeydi. Çünkü geri bildirimler, bu çalışmmayı sadece zihisel olarak yapmadıklarını gösteriyordu. Kasları bunu gerçek gibi algılamış, müsabayı gerçekten yaşadıklarında verecekleri tepkileri vermişlerdi. Kas etkinlikleri neredeyse aynıydı.
Bu sonuçlara zaten başından beri inanan Waitley, çalışmayı seksenli yıllarda yapmış ve büyük yankı uyandırmıştı. Ancak artık birçok profesonel sporcu ve koç, ayna nöronların etkisini gayet iyi biliyor. Tabi sadece sporcular değil, herhangi bir alanda iyi performans göstermek isteyen herkes için geçerli bir çalışma… Daha da önemlisi, herkes için işe yarayan, büyük sonuçlar alınmasını sağlayan muhteşem bir sisteme zaten sahipsin. Yapman gereken, almak istediğin sonuca dair zihninde bir karşılık yaratmaktır. Sen bu görselleştirmeyi yaptıkça, ayna nöronlar o hayal ettiğin performansın, sergileyeceğin davranışların depolanmasını sağlayacak. Sonunda o performansı ortaya koyman gereken gün geldiğinde, hem zihnin hem de bedenin, sanki defalarca yaptığın, ustalaştığın bir olay gibi algılayarak bunu sadece bir tekrar kabul edip ihtiyacın olanı sana verecek.
Aslında hikâyelerini okuduğun, başarılarına hayran olduğun insanların deneyimleri bile depolanıyor beyninde. İhtiyaç duyduğunda onları bile kullanabilirsin. “Madem bu kadar basit, neden herkes yapmıyor?” diye düşünüyorsan cevap vereyim: Çünkü insanların çoğu, inanmamaya kendini o kadar adamış ki, “yapamam” duygusu o kadar baskın geliyor ki, beyinleri bu özelliği aktive edemiyor bile… İlginç bir şekilde hep başarısızlığı, yetersizliği, imkânsızlığı düşünüyor insanlar, bu sebeple ortaya güzel sonuçlar çıkmıyor. Bir yandan bakılırsa, bu da ayna nöronların olumsuzluklar için kullanımıdır aslında. Çünkü başarısız ve vasat insanların da beyinlerinde hep nasıl yapamayacaklarının görüntüsü vardır ve sonuç aynen öyle olur.
İşte bu sebeple sana bir formül vermek isterim:
-Zamanının çoğunda, başarmak istediğin şeyleri imajine et. Mümkün olduğunca görselleştir. Bunu yaparken hissetmeye çalış, başardığın anı, gurur hissini, kazanmanın sevincini içinde duyumsa.
-Bu konuda sana yardımcı olması için başarılı olmuş insanların hayatları ile bol bol ilgilen.
-Kitap oku, video ve filmler izle.
-Zamanının çoğunda bunları düşün, bunları konuş.
Kısa süre içinde değişmeye başladığını, zihninin bunları senin için depoladığını, hatta senin belki de unuttuğun birçok başarılı anını da sana hep hatırlattığını göreceksin. Senin görselleştirmene, senin başarına.
Sevgiyle kal 😊