Günlerden bir gün kibrit muma der ki;
“Bugün artık zamanı geldi! Seni yakmalıyım!”
Mum, bir anda tedirginleşir ve şöyle cevap verir:
“Ama ben çok korkuyorum, yanmak bana acı verir. Hem bu sebeple güzelliğim de yok olur.’
Kibrit tebessüm eder ve şöyle sorar; “Peki, sen bütün ömrün boyunca hiç yaşamadan sert ve soğuk mu kalmak istiyorsun?”
“Hayır ama yanmak canımı acıtır, ayrıca ayakta kalabilmem için çaba sarf etmem gerekir. Onun için korkuyorum.” diye, sesi titreyerek cevap verir mum.
“Haklısın” der kibrit: “Bununla birlikte, var olmamızın sırrı da işte burada yatıyor. Biz ışık olmak için yaratıldık. Benim görevim yakmaktır. Eğer yakmazsam, hayatımın anlamını yitirmiş olurum.”
“Sen ise, bir mumsun. Sen ışık ve sıcaklık saçmak için yaratıldın. Verdiğin bütün çabalar ve çektiğin acılar ışığa dönüşür. Sen yanarken kaybolmazsın, aksine başkaları senin ışığını yaymaya devam edecekler. Eğer yanmazsan, o zaman ölürsün.”
Kibritin son sözleri, mumun içindeki bir şeyleri harekete geçirir, sonra fitilini ona doğru çevirir…
“Ben hazırım, yak beni!” der.
Çok severim bu hikâyeyi, zira hepimizden bir şeyler var bu hikâyenin içinde. Aslında içimizde bir yerlerde yaptıklarımızın değil de yapabileceklerimizin toplamı olduğumuzu biliriz de bir türlü konfor alanımızdan çıkmak istemeyiz. Başlangıçta korkan ama bir yandan da ışık saçmak isteyen mum gibiyiz bizlerde… Başarılı olmayı yahut çok kazanmayı, dünyaya bir eser bırakmayı isteriz de harekete geçecek gücü bulamayız içimizde. Çünkü değişimden korkarız, korku yüzünden de o değişimin aslında bizi en iyi versiyonumuza taşıyacağını görmeyiz. Yahut içten içe biliriz de acı vereceğini düşünerek bir türlü adım atamayız.
Oysa kibrit misali bize ateş verecek, ışık tutacak nice insanlar, kitaplar, rehberler girer hayatımıza da yine de direniriz. Kısacası ışık vermek ister ancak yanmak istemeyiz. Halbuki Mevlana her zamanki gibi çok güzel söylemiş:
“Mum olmak kolay değil. Işık olmak için önce yanmak gerek.”
Değişim, en çok direndiğimiz şeydir. Birçoğumuz değişimin sonuçlarından hoşlanırız ancak sürecine katlanmak söz konusu olduğunda kendimizi geri tutarız. Halbuki kozanın karanlığına tahammül etmeyen tırtılın kelebek olması mümkün mü? Ayrıca değişimin kendisi başlı başına ilerleme olmasa da ilerleme için ödediğimiz bedelin ta kendisidir.

Sen de biliyorsun ki içinde bir cevher var, onun ne olduğunu bilmek zorunda bile değilsin ama var işte… Lakin o cevherin ışıldaması için yanmaya da gönüllü olman lazım. Başka türlü ışık saçamaz, aydınlatamazsın etrafını. Neticede keskin bıçak olmak için yeterince çekiç darbesi yemek gerekiyor. Toprağın karanlık derinliklerine köklerini salacak cesaret gerekiyor görkemli bir ağaç olmak için. Şu an ne durumda olduğunun da bir önemi yok. Kâinat her haliyle bize delillerini gösteriyor… Başlangıçta kapkara bir taştan ibaret olan kömür, yeterince sıcaklık ve basınca tahammül edince elmasa dönüşüyor. Yani her değişim biraz acıtır ancak buna katlandığında sen de başka birine dönüşürsün.
Değişimden korkma! İçindeki güce inan, küçücük bir tohumun içine devasa bir ağaca dönüşecek kodları gizleyen Allah’ın, seni de aynı sırlarla yarattığını bil. Kendine, kendini keşfetmek için izin ver… Ama bil ki tüm keşifler, bulunduğu yeri terk etme cesaretini gösterenler için mümkündür. Bu defaki sohbetimizi, çok sevdiğim bir kitaptan yine çok sevdiğim bir pasaj ile bitiriyorum:
”Sen bu delilikten vazgeç! Savaşları, devrimleri, ekonomik, politik ve sosyal reformları unut. Her olanın ardındaki gerçek nedenle ilgilen. Düşlenenle değil, içindeki düşleyenle ilgilen. En büyük devrim, tüm girişimlerin en büyüğü, hatta tek ve en anlamlı olanı, kendini değiştirmektir. ”
Stefano D’Anna
Sevgiyle kal 😊